26 Kasım 2010 Cuma

THE CASE OF THE BLOODY IRIS




1970 yılından itibaren Giallo’nun en karakteristik ve önemli örnekleri, İtalya’nın 5 yıllık kalkınma planı uyarınca ardı arkasına patlarken Sergio Martino, türün kilometre taşlarından sayılacak filmleri yönetir. Gerçekten de bu dönemde Martino tarafından çekilen ve dummies topluluğunun çok iyi bilmesi gereken The Strange Vice of Mrs. Wardh, Your Vice Is A Locked Room and Only I Have The Key, Torso ve All The Colors of The Dark filmleri, izleyicinin beynine çöreklenen kesif ve sisli atmosferi, “tuhaf” cinselliği ve şüphe trenindeki seyahatiniz boyunca tedirginliği garanti eden hikaye anlatımı ile “100 Temel Giallo Eseri” arasına çoktan girmiştir. Martino’nun yönetmenliği ile seyirci önüne çıkan bu filmlerin bir diğer ortak paydası ise senaryolarının Ernesto Gastaldi tarafından yazılmış olması. Martino ile yaptığı işbirliği dışında Ernesto Gastaldi, Luciano Ercoli’nin Death Walks On High Heels, Forbidden Photos of A Lady Above Suspicion; Aldo Lado’nun Short Night Of Glass Dolls filmlerinin de senaryosunu yazmış. Biyografisinin 1970 – 1973 yıllarına denk düşen kısmına baktığımızda, sözü edilen Giallo’lar dışında spaghetti western senaryolarını ve kendisinin yönettiği “The Lonely Violent Beach” adlı filmi görüyoruz ki bu durumda Ernesto Gastaldi’nin üretken bir sinema adamı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öyleyse, bu yazının konusunu oluşturan “The Case Of Bloody Iris” filminin, yine senaryo mevkiinde yer alan Gastaldi ekseninde ele alınması bizim için bir tercih değil, vazife olacaktır. Filhakika, bu filmde de, Gastaldi’nin o tarihe kadar kullandığı ve daha sonra kullanacağı pek çok öğe yer alıyor. Giallo’ya muhabbetle yaklaşan vicdanımız, bu öğeleri Gastaldi’nin alamet- i farikası addedip bağrına bassa da; kuşkulanmakta çok haklı olan zihnimiz, arz-talep dengesini esas alan ticari sinemanın çoğu kez kendini tekrar etmek zorunda kalacağını düşünmeden edemiyor. Ama şimdi kuşkulanmanın sırası değil. Edwige Fenech ve George Hilton birazdan sizlerle…





George Hilton, cinayetlerin kaynağı şer yuvası apartmanın mimarı ve aynı zamanda emlakçı - müteahhit karışımı bir meslek erbabı olan Andrea’yı canlandırıyor. “Mimarlık öldü mirim, en güzel para inşaat işinde var. Bir koy, beş al.” demiş iş bitirici büyüklerimiz. Jennifer’la (Edwige Fenech) tanışmalarına vesile olan da Andrea’nın tacir kişiliği. Zira kendisi, apartmanının reklam çalışmaları için gittiği fotoğraf sanatçısının stüdyosunda Jennifer’ı görüyor ve bir elektriklenme meydana geliyor ister istemez. Bakışmalar, bakışmalar… George Hilton, hayali karakterini seyirciye yansıtırken bakışlarına yükleniyor devamlı. Filmde kendisinden şüphe duymamızı gerektiren anlarda, gözlerinin arkasındaki kötülüğü görmemizi istercesine uzun süre hareketsiz bakıyor kameraya. Kıvamı tutturamadığı sahneler de olmuyor değil. Edwige Fenech’in arkasından bakarken İnek Şaban’ın yüz ifadesine doğru bir kayma yaşanıyor mesela. Lakin o kadar kusur kadı kızında da olur. Uzun süre bakınca görüntünün anlamını yitirmesine benzer bir deneyim bizimkisi. Dönemin aşırı jön oyuncusundan bahsediyoruz burada. Filmlerinde iyi-kötü karakter ayrımı yapmayacak kadar oyuncu olduğunu söyleyebiliriz. Bilmez misiniz ki, Strange Vice… apartmalı senaryosuyla Kana Susayanlar filminin başrol oyuncusu Kadir İnanır, bizzat George Hilton’ın rolünü kendine layık görmüştü de, kötü olmayı popülaritesine yediremediğinden filmin hikaye anlatımı fecaatle sonuçlanmış idi. George Hilton’ı seviniz. Bakmak yerine anırmayı tercih etmediği için kendinizi şanslı hissediniz.


Edwige Fenech, her zaman olduğu gibi, maddenin kusursuzluğunu temsilen katılıyor filme. Gözleriyle ve geri kalan tüm uzuvlarıyla oynuyor. Ama kadına eziyet etmeyen Giallo’nun söyleyecek sözü, hikayeyi sona taşıyacak bir kırılma noktası yoktur. Ernesto Gastaldi, Jennifer’ın hatasız ve anıtsal varlığını çürütmek için iki yöntem belirler. Birinci yöntemle Jennifer’ın peşine, kuralsız cinselliğe maruz kaldığı geçmişi musallat olur.


Maruz kaldığı diyorum ama belki de seve seve girmişti yatağa Jennifer. Gastaldi, senaryosundaki cinselliğin hizmet ettiği faydanın farkında ama ahlakçı bir tavır takınarak görüş mesafesini epeyce düşürüyor. En özgürlükçü halinizle bile, Jennifer’ın başına gelenlerin kaderin bir oyunu olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Kendilerini Iris (Süsen) çiçeği ile özdeşleştiren bir grup çıplak insan, kendi aralarında eş gözetmeksizin sevişme talimleri yapmaktadır. Tesadüf o ki, Jennifer’ın aşık olduğu kişi de grubun bir üyesidir ve “Madem beni seviyorsun, onları da sevmelisin. Biz Iris çiçeği gibi birbirine kıçından kenetlenmiş sevgi kelebekleriyiz” diyerek Jennifer’ı topluluğun orta yerine bırakır. Yıllar geçmiş, Jennifer bu düşük ahlaklı insanlardan yakasını sıyırmış ve namusuyla modellik yapmaya başlamıştır. Ancak eski sevgilisi, Jennifer’ı arayıp bulur ve Iris gezegenine geri dönmesi için takıntılı bir takibe başlar.


Jennifer’ın çırpınışlarının seyirciye verdiği hazzı çoğaltan ikinci yöntem, dış dünyanın Jennifer’ın algısını hedef alan travmatik etkileridir. Katil, kadının etrafında daireler çizerek dolanır, fırsatını bulduğunda ona dokunur. Ama Jennifer bunun gerçek olduğuna kimseyi inandıramaz ve tünelin sonunda deliliğin ışığı görünmeye başlar.


Bir kulüpte striptiz yapan zenci dansçı ise asla içinden çıkamayacağı ahlaksızlık evreninde ilk elden temizlenecekler arasındadır. Gastaldi’nin, Giallo piyasasında fazla yer edinemeyen zenci karakterleri kullanma biçimidir bu. Cinayetlerin sayısında istatistiksel bir artışa ve hikayenin içinde kurgulanmış bir antrakta karşılık gelirler genelde. Katil, bıçağını onun tenine batırmaya tenezzül etmez. Blood and Black Lace ve What Have They Done to Solange’da gördüğümüz arındırıcı çözüm uygun bulunur kurban için. Üzgünüm bebek! 30 yıl sonra Grinderman’in Heathen Child adlı şarkısının video klibinde küvete uzanmış bir kız görüntüsü eşliğinde söylediği gibi: “You think your great big husband will protect you. You are wrong… You think your little wife will protect you. You are wrong… You think your children will protect you. You are wrong… You think your government will protect you. You are wrong…”


Andrea’yı tarif ederken kötülüklerin kaynağı binanın mimarı olduğunu söylemiştim. Merdivenlerin şeytani geometrisi, dikey bir düzlemde öldürmeye ve öldürülmeye hazır bedenler taşıyan asansör ve yine onunla şiddetin en derin katmanına indiğiniz kazan dairesi, apartmanı katilin ardına saklanmış gerçek kötü karaktere dönüştürür. Argento’nun Suspiria, Inferno ve Mother Of Tears filmlerinde merkeze oturttuğu yapılar için küçük bir ilham kaynağı olmuş mudur bu durum, bilmiyorum. Argento’ya ve eşine sorarsanız böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Suspiria’nın 30. yılı nedeniyle yayınlanan Dvd’nin ekstralarında yer alan röportajlardan kendi aralarında bile üçlemenin gerçek sahibinin kim olduğu konusunda bir fikir birliğine varamadıklarını görüyoruz.


Dış mekanlarda da beton kütleden kaçış yoktur. Genova’daki devasa yapıların gözetimi altında rollerine devam eder filmin kişileri. Apartmanın klostrofobik atmosferinden kurtulamazlar. Güneş ışığı bu tekinsizliği dağıtamayacak kadar etkisizdir. Gün ortasında, kalabalığın içinde cinayet işlemek olasıdır. Jennifer, yolda giderken arkasından -yürüme hızınızın doğal bir sonucu olarak- yaklaştığınızda ürkerek kenara çekilen yaşlı teyzelerin bakışlarını taşır gözlerinde.



Bu kadar karanlıktan sonra, komiser ve şaşkın yardımcısı, Gastaldi’nin nefes aldıran öğeleri olarak çıkıyor karşımıza. Belli bir mizah anlayışına sahip, hobisi olan ve elbette trençkot giyen devlet memurları.



Yazının sonuna geldiğimizde kaliteli görüntü işçiliği, müzikleri ve dönemin ölümcül ikilisini, ölümcül bir senaristin hikayesinde bir araya getirebilmesiyle ortalamanın üzerinde bir film olduğunu söyleyebiliriz Iris’in. Filmin İngilizce adında yer alan kanlı çiçeğin hikayede açmadan solduğunu ve gizemin temel parçalarından biri olmadığını görünce şaşırmıyoruz. Giallo’lardaki bitki ve hayvan adlarına aşina izleyici için normal bir vaka. İlginç olan şu ki, Jennifer’ın vücudunda neden kan lekeleri var diye soran İtalyanca başlığın filmde bir yanıtı yok. Bu lekeler, Ernesto Gastaldi’nin diğer filmlerinden Jennifer’a bulaşan izler olabilir mi diye düşünüyor insan.

Not: Film, “Beş Damla Kan” adıyla 1974 yılında Türkiye’de de gösterime girmiş.


Hiç yorum yok: