-Bu yazı mezbul miktarda spoiler içerir.-
Il Profumo della Signora in Nero/The Perfume of the Lady in Black, aslında tek cümleyle özetlenebilecek bir film. “Yetişkinliğe erişmiş Alice’in, harikalar diyarından kara büyü çerçeveli yamyamlar dünyasına adım atmasının hikayesi”.
Il Profumo della Signora in Nero/The Perfume of the Lady in Black, aslında tek cümleyle özetlenebilecek bir film. “Yetişkinliğe erişmiş Alice’in, harikalar diyarından kara büyü çerçeveli yamyamlar dünyasına adım atmasının hikayesi”.
Mimsy Farmer tarafından canlandırılan geçmişine takıntılı Silvia Hacherman’ın delilik öyküsü, hem Farmer’ın görünüşü hem de konu itibariyle Roman Polanski’nin Repulsion ve Rosemary’s Baby filmleri paralelinde ilerliyor. Yönetmen Francesco Barilli’nin doğrudan bir yamyam hikayesinden yola çıkarak kotardığı film, türler arasında gidip gelirken her izleyiciyi tatmin etmemeyi de göze almış. Zira Barilli, kendi ağzıyla korku filmlerinde mantık olmadığının altını çizerken, sanırım tam da bu durumu ifade etmeye çalışmış.
70’li yıllarda bilim adamı rollerinde başarılı bir grafik çizmiş olacak ki Mimsy Farmer (bkz.Autopsy), bu filmde de parfüm üreten bir şirkette çalışmaktadır. Erkek arkadaşı (Maurizio Bonuglia) olmasına rağmen yalnız bir insan izlenimi veren Silvia, komşularıyla iyi-kötü bir ilişki içerisinde büyük bir apartmanda yaşamaktadır. Kapıcısından üst kat komşusuna kadar bu insanlar Silvia’nın hayatında ilerleyen zamanlarda büyük ‘roller’ oynayacaklardır.
Silvia, kendi başına kaldığı zamanlarda elinden Alis Harikalar Diyarında kitabını düşürmez. Hatta psikolojik boyutta kendine hayali bir dünya yaratmaya doğru ilerlerken fiziksel boyutta da kartondan bir Alis evi inşa etmektedir. Denizci olan babasını küçük yaşta denizde kaybetmiş, annesi ile olan ilişkisinin de pek sağlam yürümediğini Silvia’nın hayalleri paralelinde öğrendiğimiz filmde Silvia, gerçeklik algısını yavaş yavaş yitirmeye başlarken, dış dünyadan da soyutlanmaya başlar. En nihayetinde annesinin hayaleti de peşine düşmüş, nahoş anılarının ağırlığı altında ezilmeye başlamışken, kendi çocukluğunun Alis olarak biçimleşmiş halinin ortaya çıkmasıyla ufak bir afallama döneminden sonra seyirciyi şok etmek amacıyla harekete geçer.
Peki Silvia’nın bu delilik durumundan diğer karakterler haberdar mıdır? Aslına bakılırsa (işte spoiler), filmin yarı süresinde Silvia’nın çekirdek çevresi, yer altında bir mahzene doğru gizemli yürüyüşlerini gerçekleştirdikleri vakit, şüpheyi çoktan üzerlerine çekmişlerdir. Sanırım filmin asıl zayıf noktası da burasıdır. Demek istediğim bu açıdan bakıldığında Silvia’nın deliliğin nedenin kendisi mi yoksa söz konusu insanlar mı olduğu belirgin değildir.
Öte yandan filmin başından itibaren Silvia’nın arkadaş çevresindeki Afrikalı Andy ve medyum kadın, kara büyü ve Silvia’nın hatırlamaktan pek memnuniyet duymadığı geçmişine doğru onu yönlendirirken izleyicide şüphe uyandırmaktadırlar ama son kertede Silvia’nın durumu ve finaldeki yamyamlık temasının bir araya gelmesini tesadüften öteye geçirmekte film biraz aciz kalmış gibidir.
Özellikle Silvia’nın evi başta olmak üzere mekanlardaki yapaylık ve canlılık sanıyorum Barilli’nin ressam geçmişinden geliyor. Silvia’nın odası, sanki denizci babasının özlemiyle koyu mavi tonlarında dekore edilmiş, medyum kadının evinde duvarlardaki aynalarla etkileyici bir görsellik sağlanmıştır. Annesine, yaşadığı cinsellik ekseninde kin duyan ve onu kendi elleriyle öldüren, ama kendisini de büyüdüğü ağacın dibine düşmekten kurtaramayan Silvia, Alis’in Harikalar Diyarından ziyade Kabuslar Diyarında gibidir.
Düşük bir bütçeyle çekilen filmde Barilli, sanıyorum pintiliğini kullanarak, tek çekimden üç ayrı sahne çıkarmayı başarmış. Her defasında Silvia’nın banyo yapmasının ardından karşımıza çıkar bu sahneler.
Yönetmen Francesco Barilli, kendi yönettiği 1974 yapımı film öncesi çok miktarda ‘kötü’ filmde çalışmış biri. Film vizyona çıktığında yönetmene tepkiler iki zıt kutuptan oldukça şiddetli olmuş. Bir kutup açık açık “Barilli film yapmayı bıraksın” derken –ki yaşı ileri eleştirmenler özellikle- daha genç olanlar ise Barilli’yi yüceltmiş. Film sonrasında ise kendine gelen senaryolarda muhakkak yamyamlık ile ilgili bir tema olması ise yönetmene illallah getirtmiş.
Sonuçtan ziyade süreçten zevk alan bir seyirci olarak bu filmi bütün olarak sevdiğimi inkar etmeyeceğim. Film biraz ağır ilerlemekle beraber etkileyici görsel atmosferi, Nicola Piovani’nin müzikleri ile başarılı bir şekilde tamamlanmış. Sadece 8 haftada çekilen ve yavaş yavaş deliren/delirtilen Alis’in, Francesco Barilli’nin Afrika’da kaldığı süre boyunca edindiği kara büyü deneyimini kullandığı modern zamanlar hikayesi İl Profumo della Signora in Nero, sanırım en doğru okumayla, Silvia’nın -belki tamamen- kurban olarak seçilip, kara büyü ile aklının çelinerek yamyamlara meze olmasının filmidir. Ortaya karışık sevenler için biçilmiş kaftan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder