17 Haziran 2010 Perşembe

Eve Dönüş

“Cinayet işleyeceğim. Başka bir insanı daha öldüreceğim. Söylemesi ne kadar kolay. Şimdiden kendimi bir suçlu gibi hissediyorum. Haftalardır bunu düşünüyorum. Artık kötücül niyetimin vücut bulmasının zamanı geldi. Öylesine rahatım ki. Belki o an kendimi çok kötü hissedeceğim. Ama sanmıyorum. Kurbanıma saldırırken yaşayacağım zevk ve heyecanı hayal edebiliyorum. Bir insanı boğmak için ne kadar güç gerekir acaba? Belki bıçak daha iyidir. Hayır, canını alırken ellerimin arasında titreyen eti hissetmek istiyorum. Peki ya kurbanım kaçarsa? Buna engel olmalıyım. Hataya yer yok.”




Giornata nera per l’ariete (aka Fifth Cord, Evil Fingers vs.), katilin yukarıda okuduğunuz cinayet güzellemesi ile açılıyor. Hastalıklı bir ruhun sadistik eğilimlerini ifşa eden son derece sıradan (!) bir beyan ilk bakışta. Oysa filmin arka planını oluşturan dünya seyircinin gözleri önüne serildikçe, katilin sözleri derinlerden gelen bir kurtuluş duasına dönüşüyor. Bu önermeyi sağlam bir temele oturtabilmek için, öncelikle hikayenin geçtiği dünyaya değinmemiz gerek:

Fifth Cord’da karakterleri çevreleyen uzam, bir zamanlar insan tarafından yaratılmış kusursuz yapılar tarafından işgal edilmiştir. Kadraj devamlı olarak yapıların yatay ve dikey çizgileriyle kesilir; sarmalların, elipslerin geometrik saldırısı tükenmek bilmez. Mekanik yapının çarkları, yaratıcısından bağımsız, şaşmaz bir doğrulukta dönmektedir.


Bu dünyada insan, ancak bir yansıma ya da bir gölge olabilir. Bir zamanlar sürüldüğü topraklara geri dönmeyi beklerken, şimdi sürgün edildiği yerde de varlığını kaybetmiştir. Dünyanın eşiğinde kurduğu yeni Limbus’unda huzursuzca salınır durur.






Filmdeki karakterler böyle bir uzam içerisinde, eşyanın bükeyindeki yamuk yansımalar olarak çıkar karşımıza çoğunlukla. Kameranın kendilerine odaklandığı anlarda bile, eşyanın ardından seslenirler, varlıkları kolaylıkla seçilmez. Varolmayan bedenin cinselliği ise, kusursuz bir simetri altında gerçekleşen gölge oyunudur sadece. Haz ancak izlenebilir (voyeurism) bir şeydir, hissedilmesi mümkün değildir. Gölgeler dünyasında insan için, iradi bir eylemden kaynaklanacak gerçek bir kusur yoktur. Sözde kusurun ölçütü, eşyaya ne derece uyum sağlanabildiğidir. Doktorun karısı tekerlekli sandalyeye mahkumdur. Kusuru yürüyememek değil, çevresindeki eşyaya erişememek, onunla bütünleşememektir. Yatırıldığı yataktan öteye gidemez. Telefona ulaşamaz, sürünmek zorunda kalır.

Verili değerler sistemi içinde değerlendirildiğinde katil marazi bir ruh haline sahiptir elbette. Oysa her şeyin farkındadır ve neredeyse duru bir bilinci temsil eder. Gölgeleri görür, kendisinin de bir gölge olduğundan haberdardır.


Katil bakış açısı sahnelerindeki bozulmuş dış dünya görüntüleri, saf aklın bakış açısıdır bir bakıma (yamuk bakmak?). Kaybedilen dünyanın kapılarını yeniden insanlara açmanın yolunu bulmuştur katil. İnsana özgü kusurun ortadan kaldırıldığı dünyaya dönebilmek için, paradoksal bir şekilde en büyük kusuru kusursuz bir biçimde işlemesi, bir insanı öldürmesi gerekmektedir. Ancak böylelikle varlığını geri kazanabilecektir. Ne ki bir gölge olarak ilk kez ağırlık kazanacağı bu eyleminde, insanı boğarken ne kadar güç harcanması gerektiğini bile kestiremez. Yine de eti hissetme düşüncesi ona zevk verir. Henüz işlemediği cinayete ilişkin planlarından söz etmektedir, ama yeniden bir insanı öldüreceğim der atası Kabil’e gönderme yaparak. (Burada bir parantez daha açarak, Kabil’in kardeşini öldürme nedeni olan kıskançlık ve filmde gördüğümüz jaluziler –jalousie- arasındaki simgesel bağlantıyı gösterdiği için Tuğbacığıma teşekkür etmek istiyorum).

Final sahnesinde katille hesaplaşma tarafsız sahada gerçekleşir. Hiçbir şey üretmeyen, yıkılmaya yüz tutmuş, metruk bir fabrika binasıdır bu.

2 yorum:

Tuğba dedi ki...

Luigi Bazzoni'nin bir diğer giallosu Le Orme'den 4 yıl önce çektiği The Fifth Cord'un kendi açımdan en güzel tarafı pörtlemiş damarlı kan çanağı gözleriyle alkolik bir gazeteciyi canlandıran sert erkek havalarındaki Franco Nero'dur. (Havan kime Nero?) :-)
Sanırım bol ödüllü görüntü yönetmeni Vittorio Storaro'nun elini de öpmek gerek tüm o mekanlardan elde ettiği büyüleyici görüntüler için.

k dedi ki...

franco nero, abartılı oyunculuğuyla (göstere göstere alkolizm, pata küte sertlik) göz dolduruyor gerçekten :-)