8 Eylül 2010 Çarşamba

AL BİRİNİ VUR ÖTEKİNE A.K.A. UNA SULL' ALTRA

Genelde histerilerle kadınları harcama yolunda ilerlemiş giallo dünyasında nadir olarak erkeği harcayan örneklerden biri, Una Sull’Altra / The Perversion Story ile kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gore’una kurban olduğumuz Lucio Fulci’nin giallo sularındaki sanıyorum ilk filmi olan Una Sull’Altra (Bu film giallo değil diyen halt etmiş bu arada), aynı zamanda ultra erotik sularda yüzüyor. Genelde “Fulci’den böyle bir film çıkmış ya helal olsun” tarzında burun kıvırarak olumlu eleştiri getirenlere “Halt etmişsiniz” demek istiyorum fırsatını kendim yaratmışken. Bu türden eleştirileri yapan insanlar Fulci’yi çekemeyenlerdir. Açtırmasınlar benim ağzımı (Kadırgalı mode on)…



1969 tarihli filmde tipik bir Fulci filminden beklenebilecek hunharlıkla gelen kan revan es geçilmiş. Daha doğrusu Fulci, belli ki sonradan çoşmuş. Ama her Fulci filmine nimet gözüyle bakanlar için bu durum hiç de rahatsız edici değil. Üstelik ana karnından vahşet severek doğmadık ya dostlar, benim de masum filmler sevdiğim bir “art house” dönemim olmuştu ayıptır söylemesi (tam bir ‘hor görme ne olur çalış senin de olur’ vakası, tabii benimki tersine işlemiş neyse… Duy beni komakine!). Hitchcock’tan hallice bir San Francisco görüntüleriyle açılıp, yer yer arka planda arz-ı endam etmekten çekinmeyen San Francisco’nun yokuş yukarı-aşağı platformunda geçen filmin konusu ‘uzunca’ şöyle;
George Dumurrier (Jean Sorel), evliliği, karısının (Marisa Mell) astım ve histeri krizleri nedeniyle, işleri de ihtiyacı olduğu daha fazla para nedeniyle pek yolunda gitmeyen, aileden yadigar kliniği, erkek kardeşiyle beraber işleten bir doktordur. Hasta karısından yediği “işini, hep bana tercih ediyorsun” temelli serzenişlerle karısından oldukça uzaklaşan George, huzuru, fotoğraf sanatçısı başka bir kadının (Elsa Martinelli) kırmızı tüllü camdan yatağında arar.

-Sorun nedir darling? Ayağım mı kokuyor?
-Evet biraz...
Gizli ilişkisinin de pek iyi gitmediği George’un hayatı kısa süre içinde karısının ani ölümüyle ibresinden şaşacaktır. Şaşacaktır şaşmasına ama, karısından kalan büyük miktardaki para, ibreyi pozitif yönde mi yoksa negatif yönde mi hareket ettirecektir, işte o, bir adamın, şüphe içerisinde yavaş yavaş harcanmasının hikâyesi olarak bu filmde vuku bulmaktadır.


Fazla söze gerek bırakmayan filmi izlettiren özellikleri arasında Marisa Mell’in erotik striptizi (Erotik olmayan striptiz olur mu? Onu bana sormayın bir zahmet!), Fulci’nin değme araştırmacılara taş çıkartan deneyci görüntüleri –hem tüpler hem de görüntünün bilerek bozulduğu sahneler bağlamında-, Jean Sorel’in gittikçe şapşallaşan oyunculuğu ve elbette Riz Ortolani’nin insanda soyunma isteği uyandıran müzikleri. Filmin sonunda soyunma ihtiyacı hissetmezseniz, bir daha Fulci filmi seyretmek nasip olmasın bana.

Not: Hiçbir film için de bu kadar gizli kapaklı yazmamıştım sanırım...

Hiç yorum yok: