28 Mart 2011 Pazartesi

LA RAGAZZA DAL PIGIAMA GIALLO


Ernest Mandel, “Hoş Cinayet – Polisiye Romanın Toplumsal Bir Tarihi” adlı zihin açan incelemesinde dedektif romanının ideolojisini çözümlerken “[polisiye romanda] ölüm, bir soruşturma nesnesi haline gelir; yaşanan, acı çekilen, korkulan ya da karşısında savaşılan bir şey değildir. Teşhir edilecek bir ceset, analiz edilecek bir şey haline gelir. Ölümün şeyleşmesi, polisiye romanının bizzat can damarıdır” tespitinde bulunuyor. Sarı Pijamalı Kız filminde, yüzündeki yanık ve darbe izleri nedeniyle kimliği teşhis edilemeyen kızın “belki bir tanıyanı çıkar” beklentisiyle halka açık bir yerde “teşhir” edilmesi, Mandel’in sözlerinin abartılı derecede büyüteç altına alınarak örneklendiği düşüncesini uyandırdı bende (Bu arada filmin konusu ve bu sahne gerçek bir hikayeye dayanıyor). Yönetmen Morgherini’nin bu filmde, o tarihe kadar kullanılmış tipik giallo unsurlarına hafif bir bilinç içeren sırt çevirişini dikkate değer buluyorum. Hafif bir bilinç diyorum, oraya da geleceğiz efendim. Damdan düşer gibi konuya girişimi bağışlayın. Filmin konusunu kısaca yazalım, evrensel sinema filmi yazısı standartları böyle fısıldıyor kulağımıza.





Şehr-i Sydney’de yer alan bir kumsalda yüzü tanınmayacak derecede yanmış ve darp edilmiş genç bir kadın cesedi bulunur. Olayı soruşturmakla görevli genç polis, zanlıyı tez canlılığı ve dedektiflik mesleğinde kabul görmeyen bir oldu-bittiyle yakaladığını düşünse de, konuyu ancak hobi olarak incelemesine izin verilen emekli polis müfettişi Thompson (Ray Milland) iz sürmeye inatla devam eder. Bu sürek avına paralel olarak filmde parçaların birleşeceği temennisiyle, Linda (Dalila Di Lazzaro) adında çok eşliliği benimsemiş bir kadının aşk hayatına şahit oluyoruz.


Psikanalitik, giallonun ölümü ve cinselliği birbiriyle bağdaştırırken kullandığı başucu yöntemlerden biriydi. Hikayenin başında genç polis, cesedin başında psikanalitik yorumlarıyla katilin kim olabileceği üzerine bilgiç tahminler yürütünce, yaşlı kurt Thompson küplere binip psikanalitike sayıp sövüyor. Bu noktada yönetmenin daha parlak bir fikirle karşımıza çıkacağını düşünüp ümitleniyoruz ama Thompson, babadan kalma yöntemlerden şaşmıyor. Sherlock Holmes’ün büyüteciyle gözle görülmeyen parçalar üzerinden sonuca ulaşıyor o da. Şimdi tekrar Mandel’e dönersek, ölümün şeyleşmesi, teşhiri konusunda cılız bir bilinç sinyali yayan Morgherini’nin filmde yine fazla gelişme olanağı bulamamış bir yenilikçiliğinden söz etmek istiyorum. Mandel, “Polisiye romanda ölümün şeyleşmesi, insan mukadderatıyla ilgili zihin meşguliyetinin yerine cinayetle ilgili zihin meşguliyetinin konmasına varır” diyor. Morgherini, şeyleşen ölüme karşı insanı düşünmek derdiyle toplumsal, ekonomik dinamikleri de filme yerleştirmek ister gibi ama, hangi malzemeden ne kadar kullanılacağını ticari kuralların belirlediği bir ortamda bu düşüncesini okumakta zorlanıyoruz (belki de zorluyoruz). Filmde, göçmenlikle ilgili şöyle bir üzerinden geçilen durum değerlendirmesi de denizde kum tanesi oluyor. Sorun, küçük parçalardan büyük resmi görmeye çalışan bir cinayet filminin kocaman bir tabloyu tek çırpıda göstermek istemesi olabilir mi acaba? Oysa pirinç tanelerini takip edebilirdik. Thompson, cinayet mahalinde bulduğu pirinç tanelerinin nereden geldiğini araştırırken önce bir Çin lokantasına uğruyor; orada bu pirinç türünün şiş kebapta kullanıldığını ve bu yüzden bir Türk lokantasından gelmiş olabileceğini öğreniyor. Son durağı ise bir İtalyan lokantası oluyor. Pirinç tarlalarına sığmayacak kadar büyük bir ayrılmışlık, ötekilik tablosu görebiliyoruz bu tanelerde.

Son olarak filmin tema müziğini oluşturan Amanda Lear'a ait "Your Yellow Pyjama" ve "Look At Her Dancing" şarkılarına dikkat kesilmenizi tavsiye ederim.

2 yorum:

spud dedi ki...

harika bir yazı olmuş tuğba. gün geçtikçe daha iyi yazılar yazıyorsun. burada genovaninja da yazdığın yazılar arasında çok fark var gerçekten :)

Tuğba dedi ki...

Selam Spud,
bu yazıyı yazan ben değilim zaten. Ekip üyesi Komakine. Yani eskisi gibi kötü yazmaya devam ediyorum da denilebilir. :-)
Komakine, tembellikten yazmıyor ama yazdığı zaman da böyle döktürüyor işte. Merak etmeyin ensesindeyim. :-D