Giallo’nun soğukkanlı çeliğinin masum ete batırılışı saplantısı, sinema tarihinden bağımsız, boşlukta gelişmiş bir olgu değildi elbette. Bava’nın 1963 tarihli La Ragazza Che Sapeva Troppo (The Girl Who Knew Too Much)’ından Argento’nun 1970’deki L’uccello Dalle Piume Di Cristallo (The Bird With Crystal Plumage)’ına kadar bir “zincirleme tepki” söz konusuydu. Anılan yedi yıllık zaman dilimi içerisine birtakım önemli ara duraklar koyabiliriz. Bunlar arasında çok fazla öne çıkmamış bir filmden söz edeceğim bu yazıda. Kendisinden sonra gelen Cosa Avete Fatto A Solange?’ın deyim yerindeyse büyük ilham kaynakları arasında yer aldığını düşündüğüm bu filmin popülarite bakımından yaşadığı talihsizliği, yönetmeni Antonio Margheriti’nin istismarın her türüne bulaşmış kötü üne sahip filmografisine bağlayabilir miyiz bilmiyorum. Aslında yalnız bu özelliğiyle dahi yönetmene sevgi besleyebiliriz. Ters Ninja’da Tuğba’yı takip eden okurlar, yönetmenin kung fu-western karışımı filmi İyi, Kötü ve Karate’yle ilgili makalesini hatırlayacaktır.
Filmin serim, düğüm ve çözüm bölümlerinin geçtiği kız kolejine girişimizi sağlayan sahne, özgün bir yaratıcılık içeriyor. Küvetteki kızı boğarak öldüren (eldivenli) katil, cesedi bir bavula taşıyor ve bavulun okula doğru yaptığı yolculuğa tanıklık etmeye başlıyoruz. Filmin ilk cinayetinin hikayenin sonunda ortaya çıkan duruma eklemlenişi de gayet başarılı.
İlk gençlik çağlarının uçarılığıyla, kendilerinden yaşça büyük erkek öğretmenlerine platonik veya ayan beyan aşk besleyen, seçkin burjuva ailelerine mensup kızlarımız yatılı okulun aşırı disiplin sahibi yönetiminde türlü haşarılıklarla yaz tatillerini geçirmektedirler. Filmin orijinal hikayesini yazan Mario Bava’nın daha önce Blood And Black Lace’ta yerle bir etmeyi başardığı korunaklı güzellikler dünyasının bir başka versiyonu. Ancak burada okullu kızların günah hanesinin yaşam süreleri itibariyle fazla kabarık olamayacağı varsayımıyla, özel yaşamlarına dair sırlar pek ölümcül değil. Bu nedenle Giallo’dan beklediğimiz ağdalı ve karanlık atmosferin yerini hafif, renkli ve neşeli görüntüler kaplıyor (Kıyafetlerdeki Pop-Art havasına özellikle dikkatinizi çekmek isterim). Cinayet sahnelerinde dahi bu hafifliği gözlemlemek mümkün ki hepsinde bir yarım bırakılmışlık, uzun süreli bakışa karşı bir bıkkınlık hissi var. Giallo’nun tescilli alameti farikaları için erken bir dönem ne de olsa. Her karakterde, seyircinin dikkatini çekecek kuşkulu hareketlerden bolca var.
Filmin müziklerini yapan Carlo Savini’nin güneşli müziği ve tema şarkısı Nightmare’in Batman’le benzerliği, sarı rengi iyiden iyiye beyazlatıyor. Fakat korkmayınız gialloseverler, sarıya dönüş finalin ufukta görünmesiyle sağlanıyor. Ortalamanın üzerinde sayılabilecek dönüşlerle hem de.
Yukarıda da belirttiğim gibi film, giallo serüveni içerisinde ana duraklardan birisi değil ama nereden nereye gelindiği konusunda daha sağlam fikir sahibi olmak açısından o dönemdeki önemli bir basamağa karşılık geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder