20 Nisan 2011 Çarşamba

LA MORTE NON HA SESSO A.K.A. A BLACK VEIL FOR LISA

Yazılarımızda sık sık adı geçen ama özellikle üzerine parmak basmaktan -her nedense- kaçınarak bir akbaba gibi etrafında uçup durduğumuz What Have You Done To Solange? filmini bu yazıda da es geçiyoruz ve yönetmen Massimo Dallamano’nun 1968 tarihli La Morte Non Ha Sesso (A Black Veil For Lisa) filmine ışınlanıyoruz. Bu kaypaklığın üstünü akıl ve mantığa uygun bir mazeret uydurmak suretiyle örtebiliriz. Mesela siz de Dallamano’nun Solange’dan önceki sinema deneyiminin önemli bir aşamasından haberdar olmak istemez miydiniz?






Başlamadan önce -daha başlamadım- filmin İtalyanca adına dikkat buyurmanızı rica edeceğim. La morte non ha sesso. Ölümün cinsiyeti yoktur. Elinize bir kamera alın ve arka arkaya 150 tane cinayet temalı film çekin. Hepsinin adını “ölümün cinsiyeti yoktur” koyabilirsiniz; meraklanmayın hiç sırıtmayacaktır. Giallo’larda filmin sonuca etkili/etkisiz mikro boyutlardaki bir unsurunun büyüteç altına alınıp başlık olarak kullanıldığına aşinayız. Ama böyle esnek bir ifade, sanırım ilk kez çıkıyor karşımıza. Evet, ölenlerin kimi kadın kimi ise erkek. Hayatın olağan akışı deyip geçiyoruz.

Hamburg’da uyuşturucu ticaretiyle meşgul bir örgütü çökertme görevini üstlenmiş Interpol müfettişi Bulov’un muhbir olarak kullandığı kilit adamlar birer birer öldürür. Suça ilişkin izler Bulov’un elinden kayıp giderken, bir yandan da özel yaşamındaki sorunlar içinden çıkılmaz bir hal alır. Genç karısının kendisini aldattığından şüphelenmektedir Bulov ve bu düşünce işini sekteye uğratacak denli bir saplantıya dönüşür.



Filmin yaklaşık olarak 2/3’lik bölümü, cinayet ve uyuşturucu trafiği üzerine poliziotteschi (polis prosedürü) türünün özelliklerini gösterirken son düzlüğe girdiğimizde, -filmin giallo kategorisine girmesini sağlayan- karakterlerin ruhsal durumlarına eğilerek eğrilen bir hikayeyle karşılaşıyoruz. Finalle birlikte hikayenin asıl meramının da bu marazdan kaynaklandığını fark ediyorsunuz. Kısa ve vurucu bir son için uzun uğraşlara girişildiği ve bu yönüyle senaryonun aksadığı düşünülebilir. Ancak filmin çekildiği yıl itibariyle poliziotteschi’nin önemli örneklerinin dolaşıma girdiğini ve Dallamano’nun -ileride Solange?’da açıkça görüleceği üzere- krimi olarak adlandırılan Edgar Wallace uyarlaması Alman filmlerinin etkisinde olduğunu göz ardı etmemek gerek. Bu açıdan film prematüre bir giallo ama nurtopu gibi bir poliziotteschi.

Ortalama sinema izleyicisini esas alacak olursak, herhangi bir filmde kullanılan belli ögelerin başka filmlerde tekrar edildiğinin tespitinin “daha önce denenmiş, klişe” suçlamalarını da beraberinde getirdiği sıkça karşılaşılan bir olgudur. “Öncesiz ve sonrasız” yaftası yapıştırılıp ait olduğu bağlamdan tümüyle kopartılan “orijinal” sanat eserinin makus talihi için elimden gelen bir şey yok. Ama ortalamanın altında bir sinema izleyicisi olarak, bir filmin başka filmlerden etkilenip yeri geldiğinde çalıp çırpması eyleminin ağırlığı arttıkça heyecan duyduğumu, hatta neşelendiğimi itiraf etmek isterim. Oyunun bir parçası olarak etken bir konuma yerleştiğimi hissetmek mi beni heyecanlandıran yoksa “bunu biliyorum” kibiri mi tam çıkaramıyorum olan biteni. Kısaca şunu söylemek istiyorum: Karısından şüphelenen müfettiş karakterini bir de “So Sweet, So Dead” filminde görün. Sonlara doğru değişen dengelerin bir başka örneğini ise “Killer Must Kill Again”de etüd edin. Bizi çalışmak kurtarır.

Hiç yorum yok: